30 Mart 2010 Salı

Bilanço : Bir kırık omuz, bir şişmiş baş, bir şaşakalmış kadın.

Tarih: 29.03.2010

Yer: Ankara'da bir ev

Olay: Saatleri ayarlama enstitüsü, saatleri bir saat ileri alır. Baharın gelişinin müjdecisi bu gelişme anneyi pek sevindirir. Lakin UE bu duruma uyum sağlayamaz. Saat 8:30 olmasına rağmen mışıl uykulardadır. Bir önceki hafta çıkan 3 diş, uykusuz geceler tatlı uykulu sabahlar nedeniyle işe bolca geç kalınmıştır. Daha fazla geç sayısını arttırmamak için UE'nin tatlı uykusu bozulur. UE'nin her sabah yarım saat yatakta kahvaltı keyfi vardır. Keyif sonunda UE yatakta babasının yanında bırakılır, yan odadan çorapları alınıp gelinecektir.

Olay Örgüsüne Katkısı Olması Amacıyla:

Herkes çocuk yataktan bir kere düşmeden büyümez der. Anne aklından geçirir, "eferin len bize düşürmedik şaşırmadık çocuğu" der. Zaten düşmemesi için çocuk asla yüksek bir yerde bırakılmaz, ağlasa bile yere indirilir, babası ben gidiyorum dikkat et denir.

Ama olacak ve öleceğe çare yoktur. Babanın gözleri UE'ye dikili olduğundan ne UE yataktan indirilir, ne de babaya uyarıda bulunulur.

Oysa ki baba masaldaki dev gibidir. Gözleri açıkken uyumaktadır. Ya da kimbilir tezinin hangi safhasını aklından geçirmektedir. UE'nin anne tarafından yatakta ona bırakıldığının farkında bile değildir. Dolaptan gömleğini almaya gider.

Tırın tırın tırııın...

Anne çorapları bir koşuda alıp gelir. Bir de ne görsün, UE yataktan aşağı doğru başını eğmiştir. Atlaması an meselesidir. Anne panik olur. En ortalığı velveleye veren ses tonuyla hızla ve panikle isim isim isim diyerek babaya seslenir. Baba her zaman iyi bir eşlikçidir. Paniğe hemen dahil olur. Hışımla fırlar. Bu arada boş zamanlarında adam kaydıran yağcıbedir çizgi filmlerdeki gibi babanın ayakları altından kayar. Baba dengesini kaybeder ama yatağın üzerinden atılıp UE'yi bacağından tutmayı başarır. Bu başarıyla UE'nin ya hızı kesilmiş ya da dengeli bir düşüşten alıkonulmuştur. (Bu konu bilinmemekle berebar, ilk seçeneğin olmuş olduğu düşünülüp gönüller ferahlatılmaktadır. ) Baba görevini yerine getirdikten sonra sağ omzu üzerine yere çakılmak suretiyle omzunu kırar.


Tarih: 30.03.2010

Yer: Ankara'da bir ev

Gelişmeler:

UE’nin kafasında kocaman bir şiş,
İlk hali kocaman bir ceviz imiş,
Lasonil jeli sürdükçe gösterir iniş.

Babanın kolunda bir askı,
Budur onun tüm işleri yapmamaya karşı kaskı,
Der ki içinden, yapsam tüm işleri olmasa kolumda bu ağrılı baskı.

Anne , anladı ki baba hayatta ona büyük destek,
Evde var iki erkek,
Giydirip yediriyor onları tek tek,
Araba kullanmasını pekiştiriyor vesileyle, buna sevinebilir bir tek.:))


UE alnında kocaman ceviziyle, olaya ilişkin tüm izleri silmiş legolarıyla oynar. Dedesi sorar, nereye çarparsan kafan acır UE? UE sehpa köşesini, sehpa kenarlarını ve kapıları gösterir. Anne sorar siz nereye düştünüz, UE Legolarına döner. Baba sorar koluma ne oldu UE? UE gene legorıyla oynar. Olay anı yukarıda anlattığım kadar neşeli tınılar barındırmıyordu ne yazık ki. Yatağın bir ucuna düşmüş ağlayan UE, diğer ucunda tutamadım diye inleyen baba (babalık işte), ne dediğini bile hatırlamayan ama hangisine ne oldu korkusundan ağzının birden kuruduğunu çok iyi hatırlayan anne. UE bu görüntülerle uğraşmayı istemiyor sanırım.


Bu ilk düşüş anımızda, OIP'nin kulakları çınlasın, bloga koyacak bir fotograf çekemedim ya! Hadi orda aklım ermedi, bari acil serviste uyansaydım:))

Kazasız günler dileklerimle...

27 Mart 2010 Cumartesi

Sene-i Devriye ve Göz Kontrolü

Sevgili blogger, bana tüm dünyaya ulaşma imkanı verdiğin için çok teşekkürler. Bir senedir, okurlarıma böylelikle ulaşabiliyorum:P

Görüşmeyeli neler oldu, öncelikle UE bir sosyal patlama yaşamakta. Geçen cumartesiden bu yana, 6 gitme-gelme olayı yaşadı. Yarın 7. sine ulaşacak. En son kar yağdığında a-aa diye şaşırmıştı, sanırım yarın ikincisi gelecek şaşırmaların:P İletişim frenimiz boşaldı, biri bizi durdursun.

Sağ demiştim geçen yazımda (hala sağımı solumu karıştırırım, gene karıştırdım) konu üzerine detaylı çalışmalar yapıp, onun sağı benim nerem eşleşmesini bitirince farkettim ki sol alt köpek dişiymiş gelen. Onun hemen arkasından sol üst köpek de hov hov dedi. Bir gece ateşlendi, 39.5 gördük, dişe vermemiştim ama dişmiş galiba. Sonraki iki akşamdır da uyanıp (ilk akşamını uyku düzeninin şaşmasına vermiştim) 2 saat durmaksızın ağlayıp sızlayan UE'nin derdinin, sağ üst azı olduğunu da bu sabah anlamış bulunmaktayız. Azı azı, daha da çekemem bu nazı! 11 diş ile oturumu kapatmış bulunmaktayız.

Yeni numaralarımız, süpürge çalışınca kulaklarını tıkıyor.
Evimizin dış kapısını açmayı başardı, kilitsiz bırakmamak lazım.
Kahve fincanını boş içerdi, maymun gözünü açtı benimkine de koyun diyor, neyse ki suyla avunuyor daha.
Süte düt diyor, Suya da dû, s'lerle sorun mu var ne:)
Yürürken merdivenlere rastladığımızda ya da aklımıza estiğinde ellerinden tutup azıcık havada götürüp kuş kuş kuş yapıyoruz. Bayılıyor.
Yeni bir oyun keşfettik, anne baba döngüsüne cevap bekliyor son 3 haftadır. Çok net söylemesine rağmen arada şımarıyor, anne yerine an deyip bırakıyor ya da hızlıca anın diyordu. Oyuna çevirdik. O ne kadar az hece söylese ben o kadar az heceyle cevap veriyorum. Ef, efen gibi. Net söylediğinde Efendim diyorum. Yutarak söylemişse ben de yutarak cevap veriyorum. Uzatarak söylemişse ben de uzatarak söylüyorum. Bu oyun en favorimiz şu aralar. Bunun babalı versiyonunu da babasıyla oynuyor.

Rutin kontrol için göz doktoruna götürdük. 2 ve 5 yaşlarda yapılıyormuş rutin kontrol. Bu yaşlarda bütün çocuklar hipermetrop olurmuş. Hiç şaşmadım bizim görmekte zorlandığımız uzaklardaki uçaklar, kuşlar, köpekler hiç gözünden kaçmıyor. Göz doktorumuz Kuğulu Park'ın çarprazında. Bu arada gebelik sonrası göz kontrolü de önemliymiş. Gebelikte preeklampsi ve göze hasarına ilişkin değerlendirme yapılıyormuş. Bir kuğulu keyfi yaparız dedik ama uyuyayazdı.




Ateşlenince, yazlıklar fora...



Mert'le nasıl yapsak da balkona çıksak planları yaparlarken..



Kuğulu Park hayalleri bir başka bahara mı kaldı?



Çok gezdik bea, hele bugün iki kapı yaptık, eve gitsek de bir aykkalarımı çıkarsam.

22 Mart 2010 Pazartesi

17. ay hoşgeldin...


Çok önemli işler beceriyorum, dilime tikkat!


Sağ üst köpek dişim çıktı, diğerleri de kabark, iştahım yok, gözlerimden anlaşıldığı üzere gündüz uykularım az. Öyle fermuarımla kendi kendime oyalanıyorum işte...




Şu dişlerimi bir çıkartayım, dinlenmek için tatile gitmeyi planlıyorum. Bakalım görmediğimiz nereler var. Gördüğümüz nereler mi var deseydim acaba;)

Annem beni uyuttu, arkadaşlarıyla kahve içmeye gidiyor, acaba uyanıp ağlasam mı?

Not: Fotograf makinemizin saati bir saat ileri, geri almaya uğraşmıyorum:)

Bu arada geçmiş ekinoksunuz, şiir gününüz kutlu olsun. Aziz Nesin'den ...

Arkadaşım Badem Ağacı
Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya

18 Mart 2010 Perşembe

Bizde durumlar nasıl?

Özgür Anne anlatmış, sonra da sormuş sizde durumlar nasıl diye.
Karı koca doktora yapan bir çift olduğumuz için, bizim UE öncesi gezme hayatımız da çok parlak değildi. Ama gene de yurt içi dışı geziler, benim iş seyehatlerim olurdu.
Ama çanak çanak, kütahya porselenli, üstüne türk kahveli akşamlarımız bolca olurdu.

UE sonrası Balıkesir(2) - Dikili (2) - İstanbul (1) gezmeleri dışında (ki hepsi de bir yaş öncesiydi) Ankara'yı mesken tuttuk. İyi ki gezemiyoruz değil mi:)) Arabanın kilometresi çoştu:P

Bir yaş öncesi çocukla, ev ortamı dışında gezme bana hiç akıl karı gelmiyor. Kamp hayatımız var bir 8 gün kadar. Odada yemeğini hazırlayacağız, düzenini bozmayacağız diye telef olduğumuz.

Bir yaş sonrası çocukla da, 3 ana 2 ara öğün 2 ya da bir gündüz uykusundan ne arada fırsat bulunup gezilebileceği denklemini de ben henüz çözemedim.

UE doğduktan sonra lohusalık günlerinde ananesine teslim edip, çokça kahve içmeye kaçıyorduk. Bu bilhassa bana çok iyi geliyordu, "yallah cinler yallah, kış kış cinler kış kış". Bu arada doğduktan 15 gün sonra ben doktora derslerine devam etmeye başladım. Allahtan 29 ekim tatildi de bir hafta kazandım, yoksa doğduktan bir hafta sonra derslere başladım yazıyor olacaktım. Emzirip, bir bibiron süt sağıp, ama çok zorunlu kalmazsanız içirmeyin diyerek (biberona alışıp ememyi bırakmasından korkuyordum) 2-3 saat gidip geliyordum, her çarşamba.

Dersler bitip, hiç evden çıkamaz olunca, afakanlar safları sıklaştırdı. Babannesi kapıdan anne bacadan, şöyle bir dolanmak ilaç gelirdi. Bazen hala, UE, anne şeklinde bir nefes alırdım.

Doğum sonrası süreçte bir arkadaşım, beni her cumartesi ziyaret ediyordu (İlerleyen aylarda bir ortakçım çıktı, sonra benim esamem okunmadı zaten, sonra da benim doğumgünümden başka gün yok gitti o gün evlendi onunla:), öptüm şekerler sizi.). Sonra bir arkadaşım daha bu ekibe dahil oldu. Cumartesileri iple çekiyordum:)) Akşamları da, UE'yi babasına bırakıp yakın arkadaşlarımşa kahve içmeye ya da sinemaya kaçıyordum. Bunda UE'nin 8-9 de uyuyup 2'ye kadar uyanmamasının payı büyüktü elbette.

İşe başlayınca, öğle kahvleri beni keser oldu. Zaten UE'nin yattıktan sonra kafasına esen bir saatte emme molası olmaya başladı.

Şimdi akşamları ya da haftasonları arkadaşlarımız bize uğruyor. Biz de UE'nin uyku saatini göz önünde bulundurarak haftasonları (haftaiçi akşam sözkonusu olmuyor) arkadaşlarımıza gidip iki beşlik bozuyoruz. Arkadaş çevremize UE yaşlarında çocuklu arkadaşlar eklenmeye başladı. Ailecek görüşmeler, daha sık görüşmeler gündemimizde.

YOllarda olmayı çok özledim. Gezme tozmalar dışında en çok özlediğimse, akşam yemek olmadığında, canımız istediğinde dışarı çıkmak. Şimdi sağlıklı beslenme programı kapsamında yemekler hep evde. Bir de işten gelip koştur koştur yemek hazırlamak yoruyor beni. Bazen yarım saat uyuyup yemek yemek, bazen öncesinde bir kahve içmek ne büyük lüksmüş:))

2. bebekte arayı açmayalım dersek, daha bizim gezme tozma günleri çok uzakta gibi. Gerçi sonra biz gezerken şimdiki gezginciler evde olacaklar değil mi:))

Sahi, sizde durum nasıl?

16 Mart 2010 Salı

Birazcık durağanlık istiyorum, epi ve de topu.



Gene koşturmacalı bir dönem. Şöyle oturup derleyip toplayıp yazasım var ama vaktim yok. Allahtan UE ev işlerini hallediyor da, iyice telef olmuyorum:))

Farklı bir bakış açısı geliştirmem lazım tez için, yaşantımdan başladım , daha çok çalışmalıyım tabi;)

14 Mart 2010 Pazar

11 Mart 2010 Perşembe

Kuklacı geldi hanım...

Kukla gösterimiz salı perşembe akşamları 20:00'de. Biletler filetix'te. O paçalar ne arada yukarı çıkıyor ben de bilmiyorum.



Banyo sonrası, tam kokusu bitirmelik...



Kitap şiparişi verdim, heyecanla bekliyorum UE'nin yeni kitaplarını.

10 Mart 2010 Çarşamba

Söz

Kitap bloguma 4 kayıt birden girdim. Kendi kendime söz verdim, kayıtları düzenli girmeye:))

8 Mart 2010 Pazartesi

Yorgun alışkanlıklarımızı kenara koyalım.

Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.

Hala öküzlerden sonra yerleri, hala aynı yorgun alışkanlık içindeler, hala ayırmazlar yanlarından çocuklarını, hala gerekirse yürürler Akşehir üzerinden Afyon'a doğru, kadınlar bizim kadınlarımız...

Ben Nazım kadar başarılı dizemiyorum kelimeleri yan yana, lakin özetle diyorum ki yorgun alışkanlıklarımızdan kurtulmalı, daha çok düşünmeli, daha çok çalışmalı, daha çok üretmeliyiz. Kutlayacak şeylerimiz olmalı...

7 Mart 2010 Pazar

Hörrrp

UE, bu aralar kahve içmeye dadandı. Güzelce kahvesini içiyor, sehpaya koyuyor, fal kapıyor, tabağına koyuyor fincanı, kahvesi bitince yıkamam için bana veriyor.

Bugün anne baba oğul kahve keyfi yaptık.

Sehpaya üçümüz oturduk iki fincanın içi dolu, birisi boş olmak üzere üç kahve keyifle içildi. Bir fal bakıldı. Kırk yıl hatrı olacak biliyorum ilk kez karşılıklı içtiğimiz bu kahvenin. Buraya not düşmesem olmazdı.

6 Mart 2010 Cumartesi

Benim Kitaplarım

Senem mimlemiş. İşte UE'nin kitapları.







UE'ye 2009 yeni yıl hediyesi. Koca kulaklı fil, minik at, itfaiyeciler, tren ve yavru ayı saklanmış. Sırayla buluyoruz. Favori kitabı, o kadar ki sabah hazırlanırken gözden kaybolan UE'yi yanımıza çekmek için "Koca kulaklı fil nerde? Oyun bloklarının arkasında mı?" dememiz yetiyordu. Fili bulmak için hemen yanımızda biterdi. Bu arad her bir sayfada farklı bir doku var. O kadar çok okundu ki farkettiyseniz kitap yıprandı.





Bu serinin Altın kumsalı vardı, kara kayıp:( O kadar çok okuduk ki, ezberimizde neyse ki:)) Durun koşmayın çocuklar durun:)) Abiler, ablalar ve ayakkabılar vardı. Tek tek gösteridi. Serinin diğerleri altın kumsal kadar sarmadı UE'yi. Bulacağımıza inancımı tam, yoksa gidip aynısından bir tane daha alacağız.





UE doğmadan Hürriyet'in verdiklerinden biriktirdiğim Ayşegüller.



Ve aldığımız Behrengi kitapları. Küçük kara balık okurdum ilk doğduğunda. O kadar çok ölmek kelimesi geçiyordu ki, vazgeçtim. Mesajının da bir çocuk için ne kadar berrak olduğundan emin değilim. Bir Şeftali Bin Şeftali'yi okuduğumda yılan sokma sahnesinin beni ne kadar etkilediğini bugün gibi hatırlıyorum. Dolayısıyla BEhrengiler biraz bekleyecekler UE'nin okuması için.



Annesinin heves edip aldığı, UE'nin dönüp bakmadığı Mumuk. Benim hevesle aldığım Tostoroman da yolda.



Küçüklük günlerimizin kitabı, bizim çiftlik...


Bunlar da diğer kitaplarından bazıları...






Ben de Özgür Anne'yi, Tekir'i ve Anne Cafe'yi mimliyorum:))



Yeni numarası, ıslak mendili alıyor, koşa koşa mutfağa gidip çöpe atıyor. Çok titiz bir şahsiyet kendisi;)

Gelelim bir ilke, 2 mart 2010 günü, UE'nin saçlarının arkalarını kestim. Ön kısımlara cesaret edemedim. Berber koltuğunda oturması pek olası görünmüyordu. Saçları da cansızlaşmıştı. Banyo sonrası babası ilk makası attı, geri kalanını da ben. Hiç huzursuzlanmadı gerçi bizimki. İşte kısaltılmış saçlar ve UE.. Elinde de hediye gelen köpeğinin pakedine iliştirilmiş şeker. İlk şeker tadımı. Önce ısrımaya çalıştı, sonra konuyu kavradı ama bu arada annesi de elini kavradı:) Küçücük bir denemeydi, ilerde nasılsa bolca yiyecek. Anlamazken yemesin...



Eski bay bonus hali, tam da anlaşılmıyor gerçi arkaların uzunluğu. Miki miki dik kulaklı mikiyi, işaret parmaklarıyla gösteriler yaparak söylüyorum. ŞArkıyı duyar duymaz o da başlıyor işaret parmaklarını oynatmaya. Şarkıyı söylerken çekilmiş bir resim.

1 Mart 2010 Pazartesi

Annenin Kitabı



İhsan Doğramacı'nın ani ölümüyle yayın akışımız değişti. Senem'in mimi fotograf makinesinin şarj edilip kitapların çekimlerinin yapılmasının hemen ardından bu sayfalarda.

İhsan Doğramacı'nın ölümüyle aklıma Annenin Kitabı geldi. Bir nesil bu kitapla büyüdük. Bu sayfada da yer vereyim istedim bu kitaba.

Saricizmeli müzesi açılırsa, sergilenmesi gereken mühim bir eser:)) Kitap 2 çocuk büyütmüş olup, kapaktaki zedelenmelerin hangi soruya cevap bulunamadağında oluşmuş olduğu bilinmemektedir:P

Kitabın resmini geçen sene çekmiştim. Resmi ararken de geçen sene bugüne göz attım.

Gündüz M. ile Cepa Budakaltı kahve keyfi yapmıştık. Bence çok güzel kahvesi olan yerlerden biri. Akşam babasının lise arkadaşları UE'ye mama sandalyesi hediye etmişti. UE'nin mama sandalyesinde ilk görüntüleri...

M., Budakaltı bizi çok özlemiş:)