25 Şubat 2010 Perşembe

Tanıtıcı Reklam - Nurturia

Efenim, sevgiyle ilgiyle okuduğumuz Kitubi'nin hazırladığı Nurturia'dan sizlere bahsetmek istiyorum. Reklam süremiz kısıtlı olduğu için ben şu metni sizlere hazırladım.


N e der başka anneler acaba şu konuda, uğraşmaz bulursun "tüm sorular birarada"
U zaklarda olsalar da yakınlaştırır "tüm ailen burada"
R oller pek çok, yardım al, yardım et, paylaş bu sayfada
T utmak istersen notlar, "anı defteri" ve "fotoğraflar" kafa tutuyor her şeyi unutturan zamana
U mursamayanları bunaltma, uğraşma tek tek e-posta atarak umursayanlara
R esimleri, gelişmeleri izlesinler "çocuğuna özel sayfalar"dan, ne kadar büyümüş bağlasınlar karara
İ stersen bireysel takıl, istersen dahil ol "Diğer anne ve babalarla gruplar"a
A klına getirir insanın bu güzel isim NURTURIA gidip yemek biraz nutella:))

http://www.nurturia.com.tr adresine mutlaka göz atın derim. Biz Nurturia'dayız pek uzun zamandır.

Ellerine sağlık Kitubi, araştırmacı ve girişimci ruhu. Ufak bir ricam olacak, reklam sonrası sayfa çok tıklanacak, istersen sunucu ayarlarını gözden geçir:P

Reklam'dan sonra Senem'in mimi bu sayfada olacak. Bizi izlemeye devam edin.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Anne Cafe - Mim




Anne Cafe, bir arkadaşım bahsetmişti bu blogtan. Bir baktım ki benim izleyenlerim arasında ama ben farkında değilim. Hemen yana iliştirdim linkini. Haberiniz yokse göz atın derim.

Beni mimlemiş. Evimizden bir köşe.

Evcimen bir insanımdır, severim köşe bucak evimi. Ama şu döneme ilişkin seçtiğim köşe bu. Ömrüm çok geçiyor bu köşede. Bazen bu köşeden baharların gelip geçişini izliyorum baharı yaşamadan diye üzülsem de, iyi ki böyle bir köşe var evimde. Umarım tezim de basılır ve bu raflarda yerini alır.

Müziğimse Volkan Konak yorumuyla doktora durumuma pek uyan ve çok sevdiğim türkü
Hasretinle ile düştüm yaban ellere, dalıp çıktıp ateşlere küllere
Giyin demir çarık gel ardım sıra,dağlara, yollara, çöllere
Diyardan diyara bir yol sor beni ...
Sen kalem ol ben de kağıt yaz beni yarim yarim, çiz beni yarim yarim...

Hüzünlü palyaço bir arkadaşımdan, yanindaki Kırgız sanatçı Manas (ismi ben verdim:)) ise Kırgız stajyerlerimden bir anı.

Ben de Hülya'nın Tunasını, Özgür Anne'yi, Tekir'i, Senem'i ve cevaplamasa da sevdiğimiz OIP'yi mimliyorum. Mimi yazmazsa durmadan mimleyen blog insanını çizer:))

21 Şubat 2010 Pazar

Bir toprak sevdalısı...


Elimdeki ölçülere göre, annem gelmeden toprağı atıp kaçmam için 3 karış gerekiyor. Ben gene de ölçeyim belki de 5 karıştır.


Bu kamuflaj beni ne kadar saklar acaba?



Offf, off, dayanamayıyorum illa ceee-ee oynuyorum, oysa ki görünmemeliydim!




Veeee mutlu son, toprakları saçtım, suçu kime atsam acaba?


Ben döktüğü toprakları tekrar saksıya doldurup kalanları temizliyorum. UE de toprağı dökmeden, etrafta henüz toprak yokken bu işlemi pandomim şeklinde gerçekleştiriyor. Videosunu yüklemeye çalıştım (ki kısacık) ama başarısız oldum.

16. ayı da geride bıraktık.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Çuf çuf çuf ...

Hızlı tren, hızlandırılmış tren, yüksek hızlı tren her ne ise onu kullandım bugün. Hayallerim yıkıldı, daha derli toplu bir şey bekliyordum. Giderken 1 saat 40 dakika dönerken 1 saat 50 dakika. Giderken gündüzdü, 255 km/saat hız gördüm, gelirken gece olduğu için mi 245 km/saati aşmadık? Giderken müzik yayını yapılmadı, dönerken yapıldı. Neden acaba? Dönüşte Mandela'ya ilişkin bir film yayınladılar, yayına geç başladılar. Ankara'ya geldiğimizde film bitmemişti. Sonunu merak ettim. Bir de 255 km hızla giderken emniyet kemerine ihtiyaç yok mu? Trenlerde emniyet kemeri yok da. Fransızlar'ı çağıralım gar binalarımızı yapsın(!). Eskişehir Gar'ını Türkler yapmış sanırım:(

Giderken Murathan Mungan'ın Eldivenler Hikayeler'ini okudum. Yüksek Topuklar'da da gözlem gücüne hayran kalmıştım. Gene hayran kaldım. Kadından Kentler'i sevmiştim. Bu kitapta gözlem gücü dışında çok çarpmadı beni hikayeler. Hikaye okuyorsam o kısalıktan sarsıcı bir etki bekliyorum. Sabahattin Ali'nin hikayeleri dışında da beni çarpan pek hikaye görmedim henüz. Önerilere açığım.

Çiğ börek yemeden olmaz dedik, bir hayal kırıklığı da orda. Ama helvalarını pek beğendim. Şehri çok dolanma fırsatım olmasa da, davulun sesi yakından da pek hoş gibime geldi.

İş seyahatlerini özlemişim, iyi geldi.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Resimdeki gülücükler...



Anadolu lisesi hazırlık sınıfında, bir resim verirlerdi. Biz o resimden hikaye uydururduk. Final sözlüsünün önemli bir puanlaması bu uydurma işinden yapılırdı. Bu resmi görünce aklıma o günler geldi. Ama anlatacaklarım hikaye değil gelişmeler:))

Arkadaşından gol demeyi öğrendi. Elinde gördüğünüz peçeteye burnunu siliyor. Efekti ağzıyla sağlıyor, ama sertab'ın şarkısında insan sesiyle müzik yapanlara katılsa zorluk çekmeyecek kadar başarılı. Sonra burnunu sildiği peçeteyle halı silen titiz bir çocuk kendisi. Arkada görünen hoparlöre tırmanıp televizyonun tepesine pat pat vuruyor. Konunun uzmanı bir arkadaşım, çocukların en çok yaşadığı kazanın tv devrilmesi olduğunu söylemişti, aman dikkat. Yandaki çiçek. Etrafında kebapçı kedisiyiz. Yasak işaretini yapa yapa yöresinde dolaşıyor. İlk fırsatta da toprağını etrafa saçıyor. Bu çiçek 4 senedir uyuz kedi gibiydi (kedi de anlatımda ne yardımcı hayvanmış), sağlıksız. Ama ölmedi direndi, ben de suyunu eksik etmedim:)) Şimdi yerini pek sevdi. Bir canlandı bir canlandı. Ben çiçeklerin boyuna değil enine büyümesini severim, ne yapmalı? Cansızken ölürse ölür mantığıyla tepesinden kırıp yana ekmiştim o da tutmuştu. Tekrar denesem mi?




Çok yorulduğunda sebze kurutucusuna oturarak soluklanıyor:)) Köşeden görünen çekmecenin içine oturmak yeni hobisi.

Bıdi Bıdi Bıdi, bir de glug glug nameleri var pek ritmik pek şekerleme söylediği. Videoyla yakalayamadım henüz.

4 Şubat 2010 Perşembe

2 Şubat 2010 Salı

ÖSYM anketi.

Özgür Anne, Annelerin Dünyasında, annesi babası başarılı çocuklar üzerindeki beklentinin çokluğundan bahsedince bu anket aklıma geldi. Örütağdan (internet)buldum. Bizim çok yolumuz var tabi daha ÖSS'ye:))


ÖSYM, 2002 yılı için gerçekleştirdiği anketin sonuçlarını açıkladı. Buna göre Öğrenci Seçme Sınavı`nda öğrencilerin başarısını en çok `anne ve babanın öğrenim düzeyi, dersaneye gidip gitmediği, kardeş sayısı, internete girip girmediği ve ailenin aylık geliri` etkiliyor. Öğrenci Seçme Sınavı`nda (ÖSS) en başarılı öğrencilerin, `dersaneye giden, tek çocuklu ve annesi ile babası üniversite mezunu olanlar` olduğu ortaya çıktı. 1 milyon 800 bin civarındaki lise mezununun her yıl üniversiteye girebilmek için ter döktüğü ÖSS`de ekonomik ve sosyal durumuna göre en başarılı olan öğrenci grupları belli oldu. 10 yılda bir ÖSS`ye giren tüm adayların sosyal ve ekonomik durumları üzerine `anket` düzenleyen Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), adayların 2002 ÖSS için Kasım 2001`de doldurdukları anketin sonuçlarını açıkladı. 3,5 yıllık değerlendirmeden sonra `gecikmeli` olarak açıklanan anket, ilginç sonuçlar ortaya koydu. Buna göre, 2002`de 1 milyon 515 bin öğrencinin girdiği ÖSS`de öğrencilerin başarısını en çok `anne ve babanın öğrenim düzeyi, dersaneye gidip gitmediği, kardeş sayısı, internete girip girmediği ve ailenin aylık geliri` etkiliyor. ÖSS`de, annesi okur-yazar olmayan öğrencilerin başarısı ile annesi yüksek lisans yapan öğrencilerin başarısı arasında yüzde 90`lık fark bulunuyor. Annesi doktora yapanların başarısının annesi yüksek lisans yapanlara göre az da olsa daha düşük olması ise dikkat çekiyor. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, bu durumu `doktora yapan akademisyenlerin çocuklarına fazla zaman ayırmamasına` bağlıyor. Anne kadar olmasa da babanın eğitim durumu da öğrencinin başarısını etkiliyor. Babası okur-yazar olmayan bir öğrenciyle babası doktora yapanların başarısı arasında yüzde 85`lik fark bulunuyor. Üniversite sınavlarında dersaneye giden öğrenciler gitmeyenlere göre daha başarılı olurken, `dersanede burslu okuyan öğrenciler` bu kategorinin en başarılısı. Dersaneye çok para ödeyenlerle az ödeyenler arasında ise çok ciddi bir fark bulunmuyor. Dersaneye `200 saat`ten çok gidenler `100 saat`ten az gidenlerden daha başarılı, `100-200 saat arasında` gidenlerden daha az başarılı. Anne babanın çalışma durumu da öğrencinin başarısını etkiliyor. Babası maaşlı bir işte çalışan öğrenciler, babası çalışmayan bir öğrenciden yüzde 15 daha başarılı. Annesi `kendi işinde çalışan` öğrencilerin, annesi `çalışmayanlara` göre daha başarılı olması da dikkat çekiyor. Ailesinin aylık geliri en düşük olan öğrenciler ise ÖSS`de bu kategoride en başarısız olanlar. Ailenin aylık geliri 250 milyondan az olan öğrenciler en başarısız olurken, aylık geliri 1-1,5 milyar lira arasında olanlar en başarılı oluyor. Ailenin aylık geliri 1,5 milyardan fazla olan öğrencilerin başarısı, aylık geliri `1-1,5 milyar` arasında olanlardan daha düşük. `Bağlı olduğu sosyal güvenlik kurumu` kategorisinde yapılan değerlendirme ise Emekli Sandığı`na bağlı memurların çocuklarının en başarılı olduğunu gösteriyor. Kardeşi az olan öğrenciler ÖSS`den daha başarılı çıkıyor. ÖSS`lerde kardeşi olmayan öğrenciler en başarılı olanlar. Kardeş sayısı arttıkça başarı da düşüyor. ÖSS`ye ikinci defa girenler, sınava ilk girenlere göre yüzde 7 daha fazla başarılı. Sınava ikiden fazla girenlerin başarısı ise ilk girenlere göre daha fazla olmakla birlikte ikinci girenlerden daha düşük. Giriş sayısı arttıkça alanı fen olan adayların başarısı düşerken, alanı sosyal bilimler olan adayların başarısı yükseliyor. İnternete giren öğrencilerin ÖSS`de daha başarılı olması ise dikkat çekiyor.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Ordan Burdan...

Çok merak ediyorum Türk halkı yıllardır bıkmadı mı milli piyangodan/sayısal lotodan çıktığı iddia edilen ama bir türlü kavuşulamayan para hikayesinden. Umut Ege sonrası çokça tv izlediğim söylenemez, parça pinçik kısımlarda bile 3-4 kez bu hikayeye rastladım tv dizilerinde.

Anadolu lisesi yıllarında okudum Gönülçelen'i. Bitse de kurtulsak hallerinde bitti. Aldığı notu ailesine hemen söylemeyişi, sindirmelerini bekleyişi (bunun için de "digest" kullanılıyormuş diye şaşırışım, niyeyse) bir de kardeşinin acısıyla elini kırışı, sonra da yağmurlu havalarda elinin sızlayışı fena halde yer etmiş beynimde gerçi. Yıllardır yazarına ve Gönülçelen'e yapılan sayısız atıf ve beğeni ifadesi sonrası hadi tekrar okuyayım niyetlerindeydim, yazarının ölümü iyice tetikledi isteğimi. En azından ilk beş yıllık okuma planıma aldım, okunacaklar yığınını görünce;) Kitap blogumu günleyemeiyorum, toplu bir günleme yapacağım. Fakat okuma hızım günleme hızımdan oldukça ileride neyse ki. 91 yaşında ölmüş yazar ve derin bir inzivadaymış. Günlerin akış hızına aklını erdiremeyen ben, düşündüm yazarın etrafı duvarlarla çevrili evini bir yaz günü güneş olanca bunaltıcılığıyla tepedeyken, yaşamak istedim hayalimde de olsa sıkıntı ve kendinle kalma hissini. Günler azıcık yavaşlayın yahu, en olmadı uzayın biraz:)