13 Temmuz 2010 Salı

Kasabanın En Şık Devi (Debi)


Kasabanın En Şık Devi'ni aldığım zaman çok ilgisini çekmemişti. Kaldırmıştım kenara. Aylar sonra ortaya çıkınca bir sardırdı ki bizimki sormayın gitsin.

Deve Debi diyor. Debi'nin yeni giysilerinin olduğu sayfada başlıyoruz okumaya. Pantalon, kemer, ayakkabı, çorap, kravat, gömlek UE'ce okunuyor (tam telaffuzları hatırlayamadım şimdi, ama kemer kemee, pantalon mantol (pantoldu dönüşmüş), ayakkabı ayak- kaa- bı). Sonra babasından öğrendiği tiyatrolar başlıyor. Zürafa öhö öhö diyor, debi ona kravatını veriyor. Evleri yanan farelere devin ayakkabısını verdiği sayfaya geçiyoruz hızla. Ev yanarken üfff üff diyerek söndürmeye çalışıyor. Evi söndüremeyince bir tüh diyor elleri iki yana açıp (yiyeceğim bir gün bunu yaparken). Tiiki (tilki) uyku tulumunu kaybediyor, debi de onu çorabını veriyor. Bu sayfada UE "tiiiki ühüü ühüü" diyerek ağlama tutturuyor, pek üzülmüş tiiiki tulumu kaybedince. Sonra da son sürat debinin mantolunun düştüğü sayfaya geliyoruz. Kemerini köpeğe verdiği için mantol düşüyor. Hooop tekrar en başa. Sayfalar çevrilirken kıvrım kırış oldu ya, neyse artık.

Altın Kumsal'ımızı da bulduk. Bayıldığımız kitap. Çekmecenin arka kısmına düşmüş. Aylardır kayıptı. Önceden ayakkabılara bakar, akka der, abilere bakar abi der kendinden geçerdi (geçen sene doğumgünü zamanları). Şimdi Gürbüüü (gürbüz) denize koşarken düşüyor, bu sayfaya bitiyor. "Gürbüüü ühü ühüü" diyerek ağlama numarası yapıyor. Sanırım esaslı bir Kemalettin Tuğcu okuru yetişiyor. Ağlak sayfalara bayılıyor:)) Bir de denizi plastik şişelerle kirlettikleri sayfa var. O sayfadaki şişeleri ben dagun (biberon) olarak uydurdum, o da bu uyduruk üzerinden devam ediyor. Gürbüüüü'nün ayağını yengecin ısırdığı sayfaya da bakılıp hane halkının ayakları yengeç olunup ısırıldıktan sonra kitabın başına dönüyoruz....


Kuzenim gelmişti arkadaşının düğününe, UE düüün kelimesini öğrendi. Cumartesi ben Eskişehir'deyken babannesi bir kına gecesine götürmüş düğün diye. Pazar günü de arkadaşımın nikahına gittik düğüne gidiyoruz açıklamasıyla.

Pazar günü 8 kere Debi'yi okuyup, tiiikinin ağlamasını gösterdikten sonra uyudu. Pazar günü biraz kırgındı, gece bitkinlikten çoook uzun uyuyup 9:30 da uyanınca aklıma esti sordum rüyanda ne gördün diye. Tabi anlamadı soruyu. Uyurken ne gördün dedim. Cevap tiiiki ve düüün oldu:)) Oğlumun ilk öğrendiğim rüyası da bu oldu:))

Altın Kumsal'ı ve Kasabanın En Şık Devi'ni kitapçınızdan ısrarla isteyiniz.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Dil gelişimi - 20. ay

Sevgili YavruSu'nun annesi Evren, dil gelişimi ile ilgili notlarımı merak etmişti. Kelimeler, fiiller, isimler, sıfatlar, ekler, zamirler vb. açısından işte dil gelişimi hikayemiz.

10 ay civarında inanılmaz papağan bir dönem vardı. Kelimeleri bire bir aynı söylediği, ama anlam eşitlemesi yapmadan tekrarladığı dönem. İnek, ayna, rende. Hiç bir harfte ve telaffuzda sorun olmadan, pırıl pırıl.

Sonrasında ilk kelimemiz, lumba oldu. Bir lamba hastasıydı bizim oğlan. Eve gelenlere iletişim kurmak için, merhaba yerine lambayı gösterip lumba derdi.

Peşi sıra baba dede meme geldi, sonra da anne ama çok kullanıma almadığı sözcüklerdi.

Sonra ayakkabılar alınınca ayk,aykka. Kış gelip bere takmaya başlayınca şapka manasında aykki.

Ve o dönemlerin altın kelimesi aç. Kilit kelime, memeyi aç, tvyi aç (şansını illa denerdi ve asla açılmazdı), dolabı aç, oyuncağı aç ... aç la her istediğini açtırırdı.

SOnrasında du (su), aaba (araba), vb. kelimeler.

Sonra açın tersine ihtiyaç duyduk, ocak civarı örtü öğrentik. R gayet net idi.

Daha sonra uzun müddet 2 heceli kelimeleri yığdık. Ama yanına ufak tefek fiiller de ekledik. Ak( tak) , çek...

Kelimelerle oynamalar vurgular başladı. O an-an-anne dedi ben ef-ef-efendim. Bu oyunu çeşitlendirdik.

Sonra kelimelere bir mola verdi, neredeyse tüm fiilleri toparladı.

İyelik ekleri başladı annem, babam, aaabam.

Sayılar başladı, asansöre binince, döyt (herkes de 4. katta oturuyor canım). Bizim de r'lerde sorun mu var ne endişemiz.

Kendi ismini, bizim isimlerimizi söylemeye başladı. Benim ismim 3 hece olmasına rağmen iki hece olarak söylüyordu.

19. ayda ilk üç heceli kelime geldi. Anane. Sonra benim ismimi 3 heceli halde söylemeye başladı.

Akraba isimleri toparandı. Hala, amca, vb.

Anne baba demesine rağmen babanne diyemiyordu. 20. ayda önce bandi, sonra baaanne olarak söylemeye başladı. Bileşik kelimeler bir başka oluyor demek ki .

İyelik eklerinde babanın, annenin, baban, annem vb. gelmeey başladı.

Sayıları (anlam olarak bilmese de) ilişkilendirdi. Anne kaç yaşında: dört, UE bir gibi.

20. ayda ilk 2 li cümlemiz geldi.

Yaşantısındaki pek çok nesnenin isimleri tamam.

Zamirler başladı, ben, sen.

Sorulara cevap olarak evet hayır yok, ama tamam mı, namam, olur mu olu, anlaştık mı peki.

Bu ara kafayı eniştesinin ismine taktı. Onu söylüyor, sonra nerede diyince anga (ankarada) cevabını veriyor. Balıkesir ve İstanbul da, nerede oyunu sayesinde öğrendiğimiz iller.

Ay ay notlar almadığım için tam zamanlı değil ama göreli bir gelişim yazdım.

Dili her zaman çok önemseyen bir insan oldum. Anne babamın öğretmen oluşu, iyi Türkçe öğretmenlerine denk gelişim, okuma alışkanlığım, üniversite sınavındaki anlatım bozukluğu soruları, Hacettepe'de aldığımız Türkçe eğitim, cümlelerin sonunda tamam mı*, başında işte diyenlerin, mersi kelimesini kullananların kulaklarımı tır tırmalayışı, hayıra haayır, yarına yaarın diyenler, hele hele e'leri kalın söylenler, Emin Özdemir ve Bozkurt Güvenç'in de bulunduğu bir seminere katılmış olmam gibi üstüste yığılan pek çok neden ve sonuçları bu önemsemeyi sağladı.

1984'ü okuyorum şimdilerde. Yenikonuş diye bir dil üretiyorlar. Diyorlar ki, insanların kelime haznesi ne kadar dar olursa düşünce evreni de o kadar kısır olur. İyi var, kötü yok. Onun yerine yokiyi var. Mükemmel yok, çokiyi var.

Arkadaşımla da kahve sırasında konuştuk. Araba kelimesini öğrendiğinde, kamyon, tır, otobüs hepsinin araba olduğunu kodluyor beyin. Ya da bir çiçeği gösterdiğimizde mavi, kırmızı yeşil tüm çiçekleri algılıyor. Dilin algılamada derinlikler sağladığının güzel bir örneği sanırım.

Bu nedenlerle umarım oğlum, Türkçe'yi hakkınca konuşan, seven, koruyan bir erişkin olur.


* Ortaokul sıralarında ben de tamam mıcılardandım, her ilişkisiz tamam mı deyişimde, babam tamam değil derdi. O zamanlar çok sinirlendiğim bu uygulama sayesinde bu illetten kurtulmuş bulunmaktayım:))

1 Temmuz 2010 Perşembe

Emzirme bırakma sonrası, saçlar, uyku, yemek,yaşam...


Sonra

Önce


Önce
Sonra



Emme sonrası yaşam, 3 maddede:
Uyku :
En büyük korkum, ya emmeyi bırakır ama gece deliksiz uykuya geçemezsekti. Neyse ki boşa çıkan bir korkuymuş (maşallah diyin, burnunuzun ucuna sonra da cama bakın).

Yemek-
Sağdıkça, talep sayar üretir felsefesiyle sütü pek sağmamaya çalıştım. İlk günün sonunda patlamaktan korkunca azıcık ferahlatacak kadar sağdım 60cc olduğunu gördüm. Demek ki, günde en az bir yarım litre süt üretebilirliğim varmış (geriye kalan görüntü oldukça heybetliydi ve çocuklar (bebekler tabi normalde kelime ama artık bizimki koca kazık çocuk oldu) pompadan çok daha fazlasını çekebiliyorlar ve çektikçe üretiliyor verilerinden yaptığım bir hesaplama).
Ben içsem yarım litre süt, beni bile tıkar. Doktorun emzirmeyi bırakın iştahı açılır tezi de oldukça doğrulandı.
Yelishçiyim yediklerini sormuştu:
Bu aralar aklını elmaya taktı. Sabah kalkar kalkmaz en az yarım elma hüpletiyor, köpek dişleri öncesi çiğneyip rende yapıp geri çıkarırdı (anne elma çok tüketmez, sütteki tadı arıyor desem). Et sevdasından vazgeçmiş değil. Zeytin için deliriyor. Altın kural, az sevdiklerini önce verip, yediğini gördükten sonra zeytin ve et gibi çok sevdiklerini çıkarmak. Diğer halükarda, az sevdiklerinin esamesi okunmuyor. Simit aşkına da devam, markete birlikte gittiklerinde dedesine simit aldırıyor. İnek sütü en problemli alan. Doktor, hiç mühim değil muadilleri daha değerli dediği için, çok dertlenmiyorum. Babanne ballı sütlaç diye sadece UE'nin balıklama atladığı, bizim çok lezzetli olmuştur ama peynir ekmek var mıydı sorumuza maruz kalan yaratıcılığı sergilemiş durumda. Bütün kış, savaş zamanındaymışız gibi kıymetle sakladığım, UE'nin haftasonu kahvaltılarında yediği ayva reçeli anane tarafından takviyelenip yanına çilek reçeli de eklenince bolluk zamanları başladı baget ekmeklerin üzerinde.
Az tuzlu mercimek çorbasını yemeyince, tuz ekleyip yediğini gördüğümüzden beri tuzu az olsun çabalarımı sonlandırdım. Biz ne kadar tuzlu baharatlı yiyiyorsak (acı hariç) o da o kadar tuzlu baharatlı yiyiyor.
Yumurtayı haşlanmış yerdi, ondan bıktığı için omlet yiyiyor. Patatesli omlet, yumurtalı ekmek de sevdikleri arasında. Hatta omlet ve yumurtalı ekmek pişerken yumurtadan gelen protein kokusuyla, eeeet eeeet sevinç çığlıkları atıyor. Ben küçükken yumurtalı mama yapardı annem. Rafadan yumurta içine ekmek ve peynir, bayılırdım. Denesek bizimki de bayılacak belki ama tam pişmemiş yumurtadan korkuyorum.
Böreğe bayılıyor (ki peyniri, pek sade halde yemediği için omlet ve börek peynir kaktırgacı).
Patates kızartmasıyla başı hiç hoş olmadı.
Muzun zamanı geçti, yerli muz olmayınca muz almayalım kararımızı, sabahları muz diye sorunca rafa kaldırdık. Ama gönlüm her şeyi mevsiminde yemesinden yana.
Kiraz, karpuz bolca tüketiyor.
Yarım elma sonrasında kahvaltıda, domatesli, kaşar ve keçi peynirli (zeytinyağlı/tereyağlı) omlet, zeytin, reçel, ekmek.
Öğle ve akşam denge kuracak şekilde, hindi eti, beyaz et, kırmızı et, balık- kışın ona kadar paketleyip attığım hamsiler destekçimiz- (bu et grubu faslında sorun yok), sebze (bazen şevkle yediğini bazen yemiyor, bayıldığı gurup değil, ama oyun şamata yedirilebiliyor, kendisinin yiyeceği şekilde sunulursa daha çok yediğini gözlemliyorum, gereken miktarı aldığını düşünüyorum. Taze fasulye, kabak, semizotu, domates, biber tam zamanı olan sebzeleri tercih ediyorum. Bir önceki periyotta, enginar, bezelye, bakla tükettik. Şimdi bamya patlıcan ekleyeceğiz.), pilav makarna erişte kuskus (gene bayılarak yiyiyor). Çorbalarda, tavuk suyunu çıkarıp tavuk, domates, biber, nohut, tarhana ile yaptığım tarhana çorbası (tarhana bana tek başına çok besleyici gelmiyor), mercimek çorbası (kırmızı ve yeşil), yayla çorbası döndüğümüz çorbalardan.
Bakliyatlar da iyi pişmişse, kendisi yediği için kolay yediklerinden. Yoğurt bolca bolca bolca tüketir.
Ballı sütlaç ve muhallebi ara ara yediği tatlılardan. Komşu bir teyzesi var, torununa yapıyor UE' ye de düşüyor. Ordan da kurabiye, poğaça yiyiyor ara ara. Ben keki seven ve sık yapan bir insan olduğum için bizimki gek (onun deyişiyle) yiyiyor. Cevizi mutlaka her gün var. Pekmez eskiden daha yoğundu, şimdi ara ara gündemde.
Zeytinyağı ve tereyağını çeşitlendirerek kullanmaya çalışıyorum.
Emmeyi bırakmadan öncede bu çerçevede beslenirdi. Ama sürekli bir ilgi çekme hali, daha az tüketme söz konusuydu. Yoruyordu yemek yedirmek. Bazen de uzun süreli iştah kesintileri yaşıyordu. Özetle iştah açısından da bir artı verebiliriz bırakmaya.
Bu arada, teyzem Balıkesir Rumeli Gıda Sanayi:)) (artık bir koli gönderirsiniz reklam karşılığı) kuskus yapıp gönderiyor UE için. Bulgurun etrafının yumurta ve sütlü hamurla sarılarak kuskus elde edildiğini duyduğumdan beri, daha bir hevesle yediriyorum kuskusu.
Günlük yaşam:
Emmeyi bırakınca, ben özgürlüğüme kavuştum. Hadi emzir fasılları bitti. Çevresinin övgüleriyle havaya girdiğini görüyorum. Emecek misin sorusuna, cık diye cevap veriyor.
Süt kaynakları azıcık süt üretiyor. Ama bitti bitiyor.
Benim içimin kıyılması, deli iştahım da azaldı. Korkularımdan biri de buydu: emzirme biter ama ben bu iştahla kalırsam! Halen fena süt üretmediğimin kanıtlarından biri de bu sanırım.
Bu değerlendirmeleri emmeyi bırakmamızın üzerinden, 16 gün geçmişken yapıyorum.
Diğer bir kaç nota gelirsek:
Konuşma becerisi hızla ilerliyor. 25 Haziran akşamı ilk ikli cümlesi geldi: "kapı kapa". Devamında su aç (hortum tutarak), radyo aç da var.
Bu postu Yelish'e ayırdık. Bir sonraki post da YavruSu ve Evren için gelecek. Dil gelişimi gözlemleri.
Siz de posta kutusu 35, Saricizmeli, Kavaklıdere Ankara adresine sorularınızı gönderin, sizin için de bir post yayınlayalım.